Eğitim Sorunu Değil, Devlet Sorunu

Tam ülkemizdeki eğitim sistemi ile ilgili bir şeyler söylemeye hazırlanıyordum ki Bengül Güngörmez hanımefendi çok iyi bir yazı kaleme aldı. Benim söyleyeceklerimi fazlasıyla içeren bu yazıya kendi alanım olan yönetim düşüncesi perspektifinden küçük bir katkı yapmak isterim.

Bana kalırsa dünyanın hiçbir yerinde “eğitim sorunu” diye bir sorun yoktur. Esasen bu kavramın ta kendisi bir toplum mühendisliği ürünüdür. Eğitim sorunu dendiğinde zihinler, eğitimin bir kamusal görevolduğuna şartlandırılır ve bunun doğal bir sonucu olarak eğitimi kamu otoritesinin işi olarak düşünmeye meyleder. Bu bir hatadır. Eğitim bir kamusal görev değildir. Kamu otoritesinin, yani devletin görevi hiç değildir. Eğitmek ve eğitilmek, her bireyin kendi bileceği bir iştir. Bu argümanımı üç perspektiften delillendirebilirim.

1. Tarihi Perspektif

Tarihe baktığımızda bugünkü “merkeze bağlı kitle eğitimi” anlayışının ancak sanayi devriminden itibaren var olmaya başladığını görürüz. İnsanlık tarihi ile kıyaslandığında epey kısa bir süre. Bizim coğrafyamızda ise yaygın eğitimin ilk defa zorunlu hale gelmesi II. Mahmut dönemine (19. Yüzyıl başları) rastlar. Bunun sebebi de bunun daha iyi olduğuna inanılması değil, batılılaşma sevdasıdır. Yani “batı yapmışsa iyidir” düşüncesidir. Kitle eğitiminin daha doğru bir yöntem olduğunu iddia etmek böyle bir sisteme sahip olmayan ve yüzlerce yıl ayakta kalmış pek çok büyük devletin ve imparatorluğun aslında eğitim işinden pek de anlamadığını iddia etmek anlamına gelir ve bu devletlerin siyasi başarılarıyla bir çelişki arz eder.

2. Pedagojik Perspektif

Devlet demek organizasyon demektir. Bunun yolu organize olabilmekten geçer ki bu da düzen ve standartların hâkim olması demektir. Eğitim ise bunun tam tersidir. Eğitim alabildiğine şahsi ve düzensiz bir süreçtir. Hiç kimsenin bilgi ve yetenekleri bir diğerinin aynısı olmadığı gibi hiç kimsenin eğitimi de bir diğerine benzemez. Herkesin talebi, kapasitesi, öğrenme kabiliyeti ve öğrenme hızı birbirinden farklıdır. Bu dediğimi en iyi anlayacak olanlar en az iki çocuğa sahip ailelerdir. Evde iki çocuğa bile aynı şeyi aynı anda öğretmenin imkânsız olduğunu ve bu çocukların aynı evde yetişmelerine rağmen birbirinden nasıl tamamen farklı olabildiğini görenler, kitle eğitiminin asla iyi bir sonuç veremeyeceğini anlamakta zorlanmazlar diye tahmin ediyorum.

Konuyu bilimsel olarak araştırmak isteyenlere Alfred Adler’in geliştirdiği bireysel psikoloji kuramından hareketle dört temel ilkeye bağlı bir bireysel eğitim sistemi ortaya koyan Raymond Corsini’nin “individual education” önerisini incelemelerini tavsiye ederim. Bu önerinin Amerika’da uygulandığı okul sayısı giderek artmaktadır. Ayrıca çağdaş eğitim bilimcilerden Ken Robinson’un TED’deki konuşmaları ile Sugata Mitra’nın Hindistan’da gerçekleştirdiği “A Hole in the Wall” adlı deneysel çalışmasını incelemelerini öneririm. Bu çalışma çocukların öğrenmek için bir öğretmene ihtiyaç duymadığını ispatlamış olması bakımından eğitim biliminde bir devrim niteliğindedir. Ayrıca konuyla ilgilenenlere zorunlu eğitimin çok kısa olduğu ve aile onayı ile çocukların erken yaşta okuldan alınabildiği bazı ülkeler ile Amerika’nın bazı eyaletlerinde son yıllarda giderek popülerleşen “homeschooling” ve “unschooling” eğilimlerini de araştırmalarını tavsiye ederim.

3. Siyasi Perspektif

Devlet ontolojik olarak eğitim vermekle yükümlü değildir. Çünkü devletin var oluş amacı bu değildir. Başka bir deyişle hiçbir toplum eğitilmek için bir devlet kurmaz. Devlet dediğimiz şey insanların, kendilerini diğerlerine ve birbirlerine karşı koruyabilmek için organize olmuş, belli hukuk normları altında birbiriyle sözleşmiş halidir. Eğitim çok daha temel bir olgudur. Eğitim devletin olmadığı yerde de vardır. İnsanlar eğitim almak için -buna zorlanmadıkları takdirde- bir devlete ihtiyaç duymazlar. Hocalara ihtiyaç duyarlar. Hocalar da bilgi sahibi olmak için -buna zorlanmadıkları sürece- bir devlete ihtiyaç duymazlar. Bilgiye ve teknolojiye ihtiyaç duyarlar. Bir devletin eğitim için yapabileceği şeyler ancak bilgi üreten, teknoloji geliştiren birey ve kurumları desteklemek, sektör içerisinde her kesime hitap edebilecek eğitim kurumlarının varlığını kolaylaştırmak, eğitimin her yaştan ve kültürden insana yayılması için aktörleri teşvik etmek ve eğitim almak için gereken maddi güce sahip olmayanlara uzun vadeli destekler sunmaktan ibaret olabilir. Devlet toplumun idari organıdır. Asıl işi idaredir, eğitim değildir. Eğitim eğitimcilerin işidir. Devletin bir aktör olarak eğitim sektöründe yer alması hem siviller aleyhine haksız rekabet yaratarak ekonomiye zarar verir, hem de kalitesiz bir eğitim ile topluma zarar verir.

Esasen bir devletin vatandaşlarına öğretmekle yükümlü olduğu tek konu kanunlarıdır. Çünkü her vatandaşa daha doğar doğmaz -tabir caizse- ailesinin vekâleti ile boş bir sayfaya imza attırılır. Bu sayfanın adı vatandaşlık sözleşmesidir ve üzerinde hiçbir zaman okunup bitirilemeyecek kadar kalabalık bir kanunlar yığını bulunmaktadır. Ortada şartlarını tam olarak bilmediğimiz ve tarafımızdan imzalanmış bir sözleşme bulunmaktadır ve devlet bu sözleşmeye dayanarak her zaman bizi kontrol altında tutmaktadır. Öyleyse bu sözleşmenin şartlarını öğrenmek her vatandaşın en doğal hakkıdır. Ne yazık ki günümüz eğitim sisteminde hiç öğretilmeyen tek konu herhalde budur.

Toparlayacak olursak, devletin bir aktör olarak eğitim sektörü içinde yer alması her açıdan problem doğurmaktadır. Bunu görmek için günümüz lise öğrencilerine şöyle bir bakmak, onlara okul ve eğitim sistemi ile ilgili sorular yöneltmek yeterlidir. Öyleyse yapılması gereken şey devlet okullarının hızla özelleştirilmeye başlanması ve eğitim konusunda kararın velilere bırakılmasıdır. Devlet bu sektöre müdahale etmediği sürece piyasanın görünmez eli toplumun her kesiminin kesesine uygun eğitim kurumlarının kendiliğinden ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu şekilde eğitim sektörüne çeşitlilik ve rekabet hâkim olacak, eğitim kurumları daha ucuza daha kaliteli eğitim sunma yarışına girecek, devlet muazzam bir masraf kalemini ortadan kaldırmış ve kötü eğitimden dolayı sürekli sorumlu tutulmaktan da kurtulmuş olacaktır.

Halk arasında Ruslara atfedilen anonim bir söz vardır, “Çirkin kadın yoktur, az votka vardır” diye… Ben de bu söze atfen şöyle diyorum, “Eğitim sorunu yoktur, çok devletçilik vardır”.

Hakan Şahin / 9 Eylül 2016